https://www.youtube.com/watch?v=XXxSy3mASLs
”Geri dönmeyi düşünmediğimiz ve düşünecek olsak bile bunun çok kolay olmayacağı bir noktaya gelmiştik. Bizi neyin beklediğini bilmediğimiz rotamızda, bilinmezlerle dolu olmasına rağmen kanyon içinde pür neşe ve kararlı bir şekilde ilerlemeye devam ediyorduk…”
Yer çekiminin çaresiz tutsaklığını yaşamalarına rağmen, bilmem kaç milyar ışık yılı uzaklıklardaki yıldızların çok uzakta olamayacağını tahayyül eden, ellerini uzatıp her birine dokunabileceklerini sanan ve dağ keçilerinin dağılmaya yüz tutmuş zeytinimsi pisliklerini takip ederek onların izinlerinden gidip onların acısını yüreklerinde hissedenler ile yeryüzü denilen giderek küçülen bu gezegende hala çok büyük ve muhteşem doğa parçalarının direncine şahitlik yapmak isteyenlerin öyküsüdür, “Sorma Kanyonu”.
Öykünün kahramanları ise;
Genellikle oksijeni bol doğada bulunan herkesin başına gelebilecek sendromları sıkça yaşayan, rüzgarın, akarsuların, kayaların, biyolojik, jeofizik ve fiziko-kimyasal olayların biçimlendirdiği her sıra dışı görüntüye esprili anlamlar yükleyen, pek çok insanın umutsuzluğa kapılmasına neden olabilecek çıkmazlarda, yumruk yaptığı sol elinin başparmak kısmına sağ elinin açık ayasıyla şiddetli bir şekilde çakıp ‘’işte şimdi hapı yuttuk’’ anlamına gelen hareketi sıkça nüktedan bir ifadeyle yaparak kahkahalar atan ve ekibin moraline katkı sağlayan Mehmet Ali YETİŞ,
Gri renkli büyük şehirlerin neon ışıklarına pervane böcekleri gibi kendini kaptırmama mücadelesi veren, ipinizin ucundaysa eğer dik uçurumları ve kanyonların dehlizlerini ana kucağın daymış rahatlığı ve güveniyle geçmenizi sağlayan Ali İhsan SULAK,
Aşırı öz güvenini törpüleme çabası sarf ettiğimiz, dağ keçilerinin iki ayaklı temsilcisi cesur genç Fatih TEPEBAĞ,
Ve görüntüleme cihazlarının bataryalarını dengeli kullanmayı bir türlü beceremeyip, en can alıcı bölümlere büyük bir yoksunluk içinde acı çekerek devam etmek zorunda kalan ben Adnan KARAS.
Zaman zaman güneşin gökyüzündeki parçalı bulutların arkasına saklandığı güzel bir Temmuz gününde Büklüboyun’daki Yörük obasından alacağımız Fatih’i beklerken, Ali İhsan hocanın sonradan gerekliliği konusunda kesinlikle hak vereceğim sikke ve benzeri emniyet malzemelerini neden yanımıza almadığıma dair serzenişleri karşısında yarım bir gülümsemeyle inanmadığım bahaneleri üretme gayretindeydim. Ekibimize Süvarinin Yurdu’na kadar eşlik eden eski Çamlıyayla kaymakamı Zafer ATAMAN beyin keyifli anılarına kahkahalar atarken, sıcak çay ikramlarının tadını çıkardığımız Yörük Gözneli Mehmet‘den sonradan adını verme onurunu yaşayacağımız kanyon hakkında malumat alma çabasındaydık. Her nedense kaçak dağ keçisi avcıları dahil olmak üzere, zaman zaman keçileri kanyona kaçan Yörüklerden hiç biri geçmeyi hedeflediğimiz kanyon içindeki rota hakkında bilgiye sahip değillerdi. Çok uzun zaman önce geçmeyi planladığımız bu kanyon rotası hakkında hiçbir bilgi olmaması, karşılaşacağımız muhtemel şelale, sifon ve sıkıntılı olabilecek geçişler ile bir kez girildiğinde asla geri dönüşü olmayacak sert kanyon düşüşlerinin endişesini de beraberinde getiriyordu.Bu endişeyi hepimizin yaşadığını ama diğerlerine hissettirmediğini daha sonra birbirimize itiraf edecektik.
Yiyecekler hariç, dört kişilik ekip için yeterli sayılmayacak ama yolda da bırakmayacak kadar malzememiz vardı. 2 adet kask,uzunluğu rota boyunca bizi endişelendiren 40 metrelik 10.2 mm kalınlığındaki bir adet ip, 2 adedi HMS olmak üzere 4 adet kilitli karabina, ekspres karabinalar ve bantlar, bol miktarda yardımcı ip, 2 adet emniyet kemeri ile İsveç oturağı yapabileceğimiz 3 metre uzunluğunda 10.5 mm kalınlığında bir adet ip olmak üzere sınırlı miktarda teknik malzemeye sahiptik. Ayrıca bataryalarını kısa sürede ve anlamsız kayıtlar için harcayarak bitirdiğim bir adet aksiyon kamerası, ikisi etkinliğin sonunu göremeyen üç adet fotoğraf makinesi –ki bayoneti kırılan ve gövdesi parçalanan SLR makine hepimizi üzdü- mevcuttu. Neyse ki Ali İhsan hocanın, çok sanatsal üretimler yapamasak ta cep telefonunun kaydettiği fotoğraflar belge olarak kullanabileceğimiz hazinemiz haline dönüştü.
Ekibimize şans ve başarı dileyen eski kaymakam Zafer ATAMAN araçla bizi Süvarinin Yurdu’na getiren Mehmet YILMAZ ile bu kanyona neden girdiğimize anlam veremeyen ve geçilmeyeceği konusunda kesine yakın görüşe sahip olduğunu yüzündeki müstehzi ifadeden yansıtan Yörük Gözneli Mehmet ile vedalaşarak 30 Temmuz 2014 günü saat 11:05 de faaliyetimizi başlattık.
2600 metre rakımlı rota başlangıcından itibaren oldukça sert ve yer yer çağşak döküntülerinin arasından geçerek Yörükler tarafından Tülü’nün Yurdu olarak adlandırılan su kaynağının bulunduğu mevkiye geldiğimizde, daha sonra teknik bir arızadan dolayı kullanma imkanı bulamayacağımız GPS ekranında gördüğümüz koordinatın rakımı 2400 civarındaydı.
F002 Tülü’nün Yurdu
Fatih TEPEBAĞ
Saatlerimiz 16:15’i gösterirken bölgedeki Yörükler tarafından bilinmezin başladığı ve orman sınırında bulunan mola yerinde hoş bir tesadüf.. Çocukluğunun buralarda geçtiğini çok iyi bildiğim ve aynı üniversitede görev yaptığımız Doç.Dr. Ali Meydan’ın sürülerini su içmek için vadi tabanına indirmiş olan kardeşi Halil MEYDAN ile karşılaştık. Çoğunluğu kanyon hakkında bilgi almak üzere tatminkar cevaplar alamadığımız sorulardan oluşan kısa sohbetten sonra vedalaşarak sert kayalıkların giderek daralttığı kanyonun girişine doğru yola koyulduk.
Doğanın ıssız ve acımasız yüzünü göstermeye başladığı Baş yatak kayalıklarından kanyon tabanına inmeye başladığımızda, sağımızda kalan ve 3000 metrenin üzerinden başlayan Bolkar kayalıklarının 1000 m ye ulaşan sert kaya duvarları, güneşi çoktan hapsetmişti. Ürküntü veren ama şimdiye kadar pek fazla insanın izleme keyfini çıkarmadığını düşündüğümüz muhteşem manzaranın tadını çıkarırken hepimizi çocuklaştıran bol oksijenli hava etkilerini göstermeye başlamış, ekibimizin neşeli büyük ağabeyi Mehmet Ali YETİŞ,uzun süredir çay içmemiş olmanın da etkisiyle olsa gerek burada ifade edemeyeceğim üslubu ile cevaplarını yine kendisinin verdiği sorularına başlamıştı:
‘’Allahım sen ne büyüksün, mübarek dağlara taşlara nakşetmişsin !‘’, nidalarıyla hayranlığını gizleyemediği güzelliğin ne olduğunu kendisine sormak için yanına yaklaşma çabalarım yetersiz kalmıştı. Tabanları kaya inişlerinde oldukça fonksiyonel olan ‘’ermenek’’ olarak bilinen lastik kesleri üzerinde,dağ keçilerini aratmayacak bir hızla iniş pozisyonundaydı.
Başyatak manzarası
İki taraftan yükselerek daralan duvarların bulunduğu vadi tabanındaki kanyon girişine ulaştığımızda saatlerimiz 18:40’ı göstermekteydi.Vadi boyunca giderek artan sessiz su sızıntıları bu noktadan itibaren uzun süredir duymayı özlediğimiz müzikler gibi ayaklarımızın altından akan şırıltılara dönüşmüştü.
Yer yer bir insanın geçmesine ancak izin verecek kadar daralan ve kıvrılarak sürekli irtifası düşen geçişlerden sonra kanyon içinde havanın kararmaya yüz tutması ve dayanılmaz çay özlemimiz Baş yatak kayalıklarının dip kısımlarında bulduğumuz avcıların Klaşlı’nın ini olarak isimlendirdikleri mağaramsı bir girintide bizi kamp yapmak zorunda bıraktığında saatlerimiz 19:25 i gösteriyordu.
F004 Katranlı sokak
F005 Klaşlı’nın İni I.Gün Kampı
Tüm özenli paketleme çabalarımıza rağmen sonraki günlerde çantalarımızın içinde bulunan pek çok şey gibi ıslanacak yiyeceklerimizin henüz ıslanmamış ve keyifli bölümünü afiyetle yedikten sonra yaktığımız kamp ateşinin etrafında tavşan kanı çaylarımızı yudumlayarak kanyonun ıssızlığına demir atıp derin uykularımıza daldık.
Sabah saat 08:00 sularında Büyük ağabey ile Fatih’in akşamdan kalan ateşimizi canlandırarak hazırladıkları çay ve kahvaltımıza eşlik eden en büyük lüksümüz Ali ihsan hocanın adam başı sayarak dağıttığı zeytinlerimizi de afiyetlendikden sonra tekrar çıkışı pek olası görünmeyen Klaşlı Boğazı da denilen ilk kuru şelale düşüşünün iniş olanaklarını araştırdık. Ancak yaklaşık 15 metreyi bulan ve dere yatağına doğru negatif eğimi olan iniş için sağ tarafta kalan kayalığın üzerindeki sedir ağacından emniyet almak en akıllıca seçenek olarak görünüyordu. Bu seçeneği değerlendirerek önce acemi olarak düşündüğümüz Mehmet Yetiş ve Fatihi indirirken gördük ki ekibimizde teknik yeterlilik ve cesaret açısından fazlamız vardı.
Geri dönmeyi düşünmediğimiz ve düşünecek olsak bile bunun çok kolay olmayacağı bir noktaya gelmiştik. Bizi neyin beklediğini bilmediğimiz rotamızda, bilinmezlerle dolu olmasına rağmen kanyon içinde pür neşe ve kararlı bir şekilde ilerlemeye devam ediyorduk. Birden daralan ve daraldığı noktadan akan suların küçük göletler oluşturduğu boğazlardan, biri kaya babası, diğeri set üzerine saplanmış bir daldan emniyet alarak ip yardımıyla iniş yaptık.
Kanyonun daralttığı bölümlere sıkışan kayaların bulunduğu iki boğazı malzemesiz geçtikten sonra 40 metrelik ipin uzunluğunun yeterli görünmediği ve bahar aylarında akan yüksek hızlı ve yüksek debili suların sürüklediği devasa kayaların oluşturduğu set, neşemizi kaçırmıştı. Kayaların dibine ulaşmak için ipin uzunluğu yeterli gelmeyeceği kanaatine ilaveten zaten emniyet almak için herhangi bir baba veya doğal olanak görünmüyordu.
Ali ihsan hocanın dikkatli incelemeleri sonucunda seti oluşturan büyük kaya bloğonun gerisinde suların biriktirdiği ağaç parçalarının arasında, bir insanın ancak sığabileceği genişlikte bir delik farkettik. Kuyuya benzer delikten aşağıya inildiğinde oldukça karanlık bir tünelin devam etmemize olanak sağlayacak bir koridora açılıp açılmadığını kestiremiyorduk ama geri çıkmamıza yetecek yardımcı ip ve malzemeleri refekatına alan Ali ihsan hoca şansını denemeye karar verdi.Şansımız yaver gitmiş seti oluşturan büyük kaya bloklarının altından devam etmemizi sağlayan koridorda tamamen vadi tabanına olmasada ikinci bir emniyet kurabileceğimiz bir boşluk keşfetmiştik.
Bu geçişin ‘’SULAK Tüneli’’ olarak isimlendirilmesi kararının emeğe ve cesarete saygının en isabetlisi olduğunu düşünüyorum.
İlerleme istikametimize doğru düşüşlerin giderek sertleşiyor izlenimi ile birlikte devasa kayaları bile sürekleyen suyun gücü hepten daralan kanyon duvarlarının da adeta zımpara ile şekillendirilmiş ürkütücü şekiller meydana getirmiş olması, bir yerlerde tıkanacağımız endişesini yaşatmaya başlamıştı.
Kanyonda geçirdiğimiz ikinci günde saatlerimiz 16:30’u gösterirken çok yüksek olmayan üç küçük şelale inişinden ve şelale düşüşlerin deki göletçiklerde sulu eğlenceden sonra karşımıza yine dar kanyon içinde sıkışan büyük kayaların üst üste birikmesiyle oluşan bir başka set daha çıkmıştı. Sulak tünelini saymazsak bu set bizi oldukça zorlayacak gibi görünüyordu. Güvenli iniş için alabileceğimiz hiç bir doğal emniyet olanağı görünmüyordu. Bu durum daha fazla risk almamızı gerektirdiğinden ekibin güvenliğini düşünerek içten içe Ali İhsan Hoca ile yaşadığımız endişenin ekibin diğer iki üyesinde olmaması gururumuzu okşuyor, fakat rahatlatmaktan öte gerginliğimizi daha fazla arttırıyordu.
Uzunca süren çözüm arayışlarından sonra ipimizi ortadaki büyük kayanın etrafından dolayarak inmeye karar verdik. Biriken kayaların altındaki oldukça yüksek negatif boşluk ipe tamamen oturarak inmemizi gerektiriyordu. Ben öncelik sırasını isteyerek ilk inişi gerçekleştirdikten sonra Fatih TEPEBAĞ usta dağcıları aratmayacak bir şekilde benimle aşağıda buluşmuştu. İpimizin kayadan sıyrılması durumunda istemediğimiz bir sonuçla karşılaşmamak için Ali İhsan hocanın konturunu aldığı ipten Mehmet YETİŞ’I top rope yöntemi ile indirmenin daha doğru olacağını kararlaştırdık.İp Emniyeti bende olacak şekilde Ali İhsan hoca, YETİŞ’i yukarıdan sarkıttı. Negatif bölüme geldiğinde YETİŞ İpi güvenli bulmamış olacak ki ipe oturmak yerine sağında bulunan ve yüzeyinden su akan dik duvara doğru hamle yaptı. Pandül yeme ihtimaline karşı ipe bir süre asıldığımda, duvardan akan suların ıslattığı YETİŞ’in kızgın anlarında kullandığı kelime dağarcığının gün görmemiş potansiyeline şahit olduk.
SLR makinesini kayalardan düşürüp neşesinden hiç bir şey kaybetmeyen ve bu anı ölümsüzleştiren Fatih Kardeşimize ithafen bu inişi TEPEBAĞ Geçişi olarak adlandırmak hepimizin ortak kabulü olmuştu.
Kısa bir sure sonra karşımıza çıkan kısmen daha kolay bir keyifli inişten sonra kendimizi debisi artan suların kayaların altından kaybolup gittiği ve çapı 10 metreyi bulan kayaların adeta dev bilyeler gibi düşey doğrultuda dik kanyon duvarlarına sıkıştığı bir noktada bulmuştuk. Ali İhsan hocayla göz göze geldiğimizde ‘’sıkışan kayaların altından mı yoksa üstünden sarkarak mı inelim.’’ sorusunu aynı anda birbirimize soruyor gibiydik.Şansımız yine yaver gidiyordu, çünkü en üstteki kayanın kanyon duvarına yaslandığı yerde sıkışmış bir ağaç kökü, emniyet noktası olarak kullanılmaya uygun görünüyordu.Fakat kayaların üstünden inmeyi tercih edersek ipin uzunluğu bulunduğumuz pozisyondan göremediğimiz vadi tabanına bizi indirmeye yeterli gelmeyebilirdi.Birimizin kayaların altından düşey doğrultuda sarkıp kanyon tabanının derinliğini ve varsa ikinci kademe emniyet olanaklarını gözden geçirmesi gerekiyordu.
Liderlik kaprislerine kapılmadan Ali İhsan hocanın onaylayan bakışlarından cesaret alarak ipe girdim ve kayaların arasındaki boşluğa daldım.
Tam düşündüğümüz gibi kayaların üstünden kuracağımız güvenlik hattı kanyon tabanında bulunan gölcüğe ulaşmamıza yeterli gelmiyor,geriye kalan yüksekliği suya atlamak suretiyle sorunsuz inmemize olanak sağlamasına rağmen ipimizi aşağıya alamama riski taşıyordu. Son inen ekip üyesinin –ki genellikle Ali İhsan Sulak oluyordu.- becerisi ön plana çıkıyordu.Ali İhsan Hoca sağlamcı lığını bir kez daha gösterdi ve çantasından çıkardığı bir kılavuz ipi sarkan uca düğümleyerek ana ipten ayrıldıktan sonra iple bağlantımızı sağlayacak kılavuz ipin ulaşabileceğimiz yerde olmasını sağladı. Ayrıca emniyet aldığımız ağaç kökünün ipimizi sıkıştırma olasılığına karşı bir yardımcı ipi feda etmeye karar verdik.
Ekip arkadaşlarımın önerisi üzerine bu geçişin ‘’KARAS geçidi’’ olarak isimlendirilmesi onurunu taşımaktan dolayı son derece mutlu olduğumu ifade etmek isterim.
On binlerce yıldan bu yana, önüne gelen her şeyi sürükleyen bir öfkeyle köpürerek akan Cehennemdere kendisini besleyen ana kaynaklarından itibaren hükümranlığını sürdürdüğü tüm yatağı boyunca kendisi gibi sert ve sadece çok güçlü olan canlılara ev sahipliği yapmış olmanın gururuyla büyük kentlerin cıvık ve yumuşak topraklarına akıp gidiyordu.Belkide adını pek çok amansız öyküden alan bu deli su, bölgede yaşayan insanların ancak kayalık tepelerin üzerinden seyredebildiği ‘’Su Gözü’’ nden ilk defa bize seyredecekti. Karas geçidinden sonra ürküten bir uğultuyla döküldüğü yere çok yaklaştığımızı düşünürken dik duvarların arasından, sel sularının her şeyi sürükleyip süpürdüğü bir terasta bulmuştuk kendimizi.Kanyon maceramızın dramatik bir şekilde sonlanabileceği duygusunu hepimizin ilk defa burada yaşadığını sanıyorum. Her şeye rağmen Mehmet YETİŞ’in ‘’şimdi hapı yuttuk’’ anlamına gelen hareketi arka arkaya tekrarlayarak esprili bir şekilde zıplıyor olması hepimizi gülümsetiyordu. Nasıl olsa bir çözüm bulacağız kararlılığıyla setin üzerinden oldukça dik bir şekilde dökülen suların aşağıda oluşturduğu dibi görünen berrak göletin, atlamamız halinde yeterli derinliğe sahip olup olmadığını kestirmeye çalışıyorduk.Setin kenarından bakarak,dikkatli bir inceleme sonunda sakatlanma riski taşıyan atlama fikrinden daha mantıklı olduğunu fark ettiğimiz bir çözüm birimizin diğerlerine nazaran biraz fazlaca risk almasını gerektiriyordu. Aşağıya doğru dik bir şekilde inen duvarın bizimle aynı hizada bulunan sol tarafındaki dikey uzantısı üzerinde yaklaşık 7-8 metre mesafede insan kafası büyüklüğünde bir çıkıntı bulunuyordu.İçimizden biri ipin ucunu refakatine alarak buraya ulaşmayı başarabilirse çıkıntıdan destek alarak ipimizle bir makara sistemi kurabilir ve güvenli bir şekilde sıkıntılı inişi gerçekleştirebilirdik. Ancak dik duvarda çıkıntının bulunduğu noktaya yan geçiş yaparken telafi edilemeyecek bir felaket yaşanabilirdi. İşte tam burada yaşamınızı emanet edeceğiniz ve ipinizin ucundaki insanların ne kadar özel olduğunu anlıyorsunuz.
Ekip üyelerinin üçü birden hiç bir güvenlik noktası oluşturamadığımız platformun üzerinde geriye doğru yaslanıp, istediğimde ip vererek, istediğimde ipi sıkıya alarak benim dik kaya duvarına paralel bir şekilde yan geçiş yapıp çıkıntıya ulaşmamı sağladılar.
Kurduğumuz TOP rop benzeri, statik makara sistemi sayesinde 15 dakika sonra hepimiz vadi tabanına inmiş, verdiğimiz kısa mola sırasında, su gözüne ulaşmadan bir başka sürprizle karşılaşıp karşılaşmayacağımızın kritiğini yapıyorduk.
Kanyonun gökyüzüne uzanan yüzlerce metrelik dik duvarlarının üst bölümlerinde güneşin son ışıkları hala yansımasına rağmen,güneşi ancak iki saat boyunca görebildiğimiz kanyon içine karanlık çökmeye başlamış ve biz korunaklı bir kamp yeri aramaya başlamıştık. Hava kararmadan kıvrılarak uzayan ve bir koridoru andıran bölgeden bir an önce çıkmak için acele ediyorduk. Ekibimizin diğer üyelerinden önce indiğim kanyonun nispeten biraz genişlediği bir noktada gözüme kestirdiğim kanyon tabanına yakın bir kaya boşluğunun kamp yeri olup olamayacağına kestirmeye çalışırken başımın üzerinden ıslık çalarak geçen bir kaya parçası kamp yeri olarak düşündüğüm bölgeye çarparak parçalandı. Geriye dönüp başımı kaldırdığımda gözüme takılan görüntünün anılarıma ve kısmende olsa aksiyon kamerama takılan unutulmaz bir fotoğraf olarak kalacağından eminim. Varlığımızdan tedirgin olmuş ve ürkmüş bir dağ keçisi ve yavrusu inanılmaz bir çeviklikle başka bir canlının dengesini kaybetmeden ayakta duramayacağı diklikteki uçurumun duvarında neredeyse koşar adımlarla kanyona paralel bir şekilde yükseliyordu. Bir fotoğrafçı olarak fotoğraf makinemin yanımda olmadığına bu kadar çok hayıflandığımı hatırlamıyorum.
Kısa bir sure sonra yanıma gelen Fatih’le birlikte uzaklaşan dağ keçilerini izledikten sonra İyiden iyiye uğultusunu hissettiğimiz su gözünün hemen öncesinde genişçe bir boşluk olduğunu fark ettik. Hava hepten kararmaya başlamıştı.Kanyon tabanından ayrılarak by pass yapabileceğimiz bir sırtta kamp kurma düşüncemizden aşağıda akan suya uzak olması nedeniyle vazgeçerek geniş boşlukta şansımızı denemeye karar verdiğimiz sırada bir masal diyarında olduğumuz duygusu yaşatan berrak gölü gördük. Bulunduğumuz sırttan yaklaşık 40 metre kadar aşağıda bulunan bu göle Mehmet YETİŞ’in önerisi üzerine ‘’Teke Yalağı’’ adını vermeye karar verdik.
Geniş boşluk alanda korunaklı bir kamp yeri bulabileceğimiz düşüncesiyle bulunduğumuz sırttan inmeye karar verdik. Kurduğumuz ip hattı kanyon tabanına inmemize yetmemiş ama zaman kazanmamızı sağlamıştı. İpin sonlandığı yerde beni bekleyen Ali İhsan hoca ile birlikte sıkışan kayalardan kurtaramadığımız ipimizi ertesi gün almak üzere geriye kalan kısmı ip güvencesinde olmadan oldukça kararan havada biraz el yordamıyla ve yardımımıza gelen Fatih’in sesini takip ederek indik.
Kayalık zeminde ve yer yer belimize kadar yükselen su geçişlerinden sonra Büyük ağabey Mehmet YETİŞ’in kayalıkların altında bulduğu dar bir boşlukta yaktığı kamp ateşinin çevresine çöreklendik. Bir taraftan ıslanan kıyafetlerimizi ve malzemelerimizi kuruturken diğer taraftan gün içerisindeki ikinci öğününüzü hazırladık. Bizim kadar yorulmuş olmasına rağmen Fatih’in hazırladığı tavşan kanı çayımızın keyfini çıkartırken üzerimizde bulunan kayalardan sızıp matlarımızın altında çamur deryası oluşturan su ve yanlış yere kamp kurmuş olmak hiç birimizin umurunda değildi.
Kanyonda üçüncü günümüze girdiğimiz, 01 Ağustos 2014 günü sabah 08:15 sularında kahvaltımızı yaparken faaliyetimizin zorlu kısımlarının bittiği, geri kalan bölümlerin kolay olacağı üzerine neşeli sohbetimizi yaparken aslında her şeyin bundan sonra başlayacağı gerçeğinden ne kadar uzak olduğumuzu bilmiyorduk.
III. Gün KAMP
F014 Su gözü
Fo15 Zor Yer – ? Fotoğraf
F016 Yetiş kanalı
F017 Peynar çevliği
F018 Peynar çevliği Dibi III.gün kampı (yeni lokasyon)
F019 İncili Boğaz
F019 Şarlak
F020 Altlı Üstlü
F021 Kilikya kayıp şehir
F022 yerköprü
Su çatı